Bir Hisse

Hasan KAYA

İslam davası; insanlarla buluştuğundan bugüne, değişik evreler geçirdi. Resulullah’ın tebliğinden sonra sahabeler değişik yerlere öğretmen, yönetici ve çeşitli faaliyetleri yerine getirecek planlama ve organizasyon işleriyle ilgilenecek ehil kişilerce görevlendirildi.

Zamanın ilerlemesi ve her gelen asrın yeni İslami hareketlerin filizlenmesiyle siyasi teşkilatlara ihtiyaç duyulmuştur. İslami şuurun insanlarda hizmet için fedakârlığı kamçıladığı zamanlarda bazı görevlerin bazı kişilerce sürdürülmesi, aksaklık olmaması için, idare ve teşvik edilmesi sağlanmıştır.

Son devrede dernekler, vakıflar, platformlar ve STK’lar faaliyet ve hizmetleriyle gelebilecekleri en son noktaya gelmişlerdir. Artık daha da ilerlemenin sağlanması, hizmetin daha ileri boyutlarına adım atılmış, daha geniş sahalarda İslami davayı benimsetme ve toplumun ihyası ve selameti için siyasi bir çizgi benimsenmiştir.

Tabii ki “Müslümanların dinleri siyasetleri, siyasetleri de dinleridir.” Bunda hiçbir şüphemiz yoktur.

Bizim amacımız koskoca bir köy haline gelen bu dünyada her şeyde profesyonelleşiliyorken, artık sadece kürsülerde, vaaz ve sohbetlerde yapılan konuşmaların bazı şeyleri değiştirmeye gücünün yetmediği, sönük kaldığıdır. Kaldı ki insan hayatının her alanına müdahale eden bir dinin, insanların siyasetlerine müdahale etmemesi düşünülemez. Zaten İslam dini de inzivada yaşanılacak tesbihlerle anılacak fos bir din değildir. O, hayat nizamı olsun diye Yaratan’dan yaratılana gönderilmiş bir kılavuzdur.

Dikkat çekmek istediğim nokta şurası: Allah(Celle Celaluhu), Hazreti Âdem’i topraktan yaratıp iblise, Âdem’e secde et dediğinde; o böbürlenip itaat etmedi, emre karşı geldi. Bu karşı geliş onu şeytan ve kıyamete dek Aziz olana ve taraftarlarına düşman yaptı.

Şöyle bir düşünelim: Hz. Âdem yaratılana dek her şey normal seyrinde devam ediyordu. İblis itaat ve kullukta diğer varlıkları geride bırakmıştı. Ama ne zaman ki halifelik makamı Hazreti Âdem’e layık görüldü; o zaman iblis gururuna kapıldı, böbürlendi ve başkaldırıp ziyan edenlerden oldu. Hem de ilk ziyan eden.

İslami dava erlerinin ve belli bir gaye uğruna mücadele eden müslümanların itaatte bir düsturları vardır. Bu; “Allah ve Resulüne ve onlara bağlı kaldıkları müddetçe kendilerinden olan emir sahiplerine kayıtsız şartsız itaat etmektir.” Bu dava bilincine sahip Müslümanlarda yer etmiş bir şiardır.

Yıllarca hizmette sınır tanımayan müslümanların içerisinde bazı ehil kişiler, bazı yöneticilik ve idare etme görevlerine layık görülmüşlerdir. Bu görevleri layığı ile yerine getirmişlerdir.

Bu güne kadar hizmet etme işini yürütenler bir fabrika ciddiyetiyle çalışmış ve iftihar tablosu sonuçlar meydana gelmiştir.

Hizmetlerin zamana göre son aşaması olan siyasi saha ise dikkatin ve bağlılığın biraz daha fazla olması gerektiğini bizlere gösteriyor. Bugüne kadar dünyalık karşılık beklenmeden yapılan hizmetlerin bundan sonra da tam manasıyla İlahi rıza için yapılacağı şüphe getirmez bir gerçekliktir.

Siyasi alanda bazı müminlerin, olabilir ki bazı mevkilere gelmeleri biz kardeşleri için iftiharla karşılanmalıdır.  Onları desteklemek ve her faaliyetlerinde yanlarında olmak için tüm benliğimizle hazır olmamız gerekiyor.

Şeytanın gücünü ve hilelerini basite almamak gerekiyor. Dünyalık makamlar fitnesiyle müslümanların arasını açacak, sistematik oyunlarının ve fesatlarının olduğunu unutmamalıyız. Şeytanın bizleri de büyüklenmeye ve böbürlenmeye itmesine asla izin vermemeliyiz. Kaybedenlerden olmak istemiyorsak şeytana yüz çevirip, müminlerle beraber her zaman ki kardeşliğimizle birlik olmalıyız. Hizmetlerin daha verimli olması için daha fazla kenetlenmeliyiz.

Biz müslümanlar, şeytanı ne kadar tanısak da asırların şeytana verdiği tecrübelerin, müslümanların arasına sokabileceği ve yeşertebileceği fesatlara olanak sağlaması mümkündür. Yapmamız gereken itaat ve destektir. Aksi halde şeytan şanlı İslami davanın fertleri arasına fesat sokacak ve sonuçta dünyalık makamlar, bizleri felakete götürecektir. Şeytanın da yaptığı dünyadaki hilafetin kendisine verilmemesine başkaldırmak değil miydi?

İnşallah bizler bin 400 yıl önce dünya hâkimiyetine ve insanlara hayat tarzı olma yolunda tek ve en geçerli yol olan Aziz İslam’ı yeniden layık olduğu yere taşımak için meşru ve çağın gerektirdiği her yoldan yürüyeceğiz. Gayret bizden, zafer Allah'tan…

Selametle.

Paylaş: