43,7435
38,8289
4.034,46
İnsanın eş olma serüveni, yalnızca sevgiyle başlatılan bir hikâye değil; sorumlulukla büyütülen bir yolculuktur. Bu yolculuğun bir kanadında, kadının erkeğe karşı taşıdığı emanet vardır. Modern dünyanın özgürlük vurgusu içinde zaman zaman gölgede kalan bu emanet, ne baskıdır ne itaattir; bilakis, derin bir anlamla örülmüş bağdır. Bilimsel araştırmalar ve dini öğretiler, bu bağı güçlendiren temel taşları yıllar boyu tarif etmiş, sınırlarını çizmiştir.
Bugün psikolojinin üzerine en çok eğildiği konulardan biri, erkek psikolojisinde “onaylanma” ve “güven” ihtiyacıdır. Uzun yıllar Harvard Üniversitesi’nde yürütülen ilişkiler araştırmaları, erkeklerin duygusal olarak en çok neye ihtiyaç duyduğunu şöyle açıklar: "Erkeğin öz saygısını ayakta tutan en önemli unsur, eşinden gördüğü saygıdır." Bu, yalnızca övülmek ya da alkışlanmak anlamına gelmez. Bir karar anında yanında olunması, yaptığı bir işin küçümsenmeden dinlenmesi, başarısızlığında bile onun insan olarak değerinin korunmasıdır.
İşte bu noktada, İslam’ın kadına yüklediği ilk sorumluluk belirir: Teskin edici olmak. Kur’an-ı Kerim’deki “sükûnet bulasınız diye eşler yarattık” (Rum, 21) ayeti, kadının erkeğe değil, erkeğin kadına sığınmak için geldiğini anlatır. Bu sükûnet, yalnızca ev içi huzur değil; dış dünyanın sertliğine karşı bir liman sunmaktır. Erkeğin dış dünyada aldığı yaralar, çoğu zaman evde sarılır. Bu sarılış, bir çorbanın sıcaklığında, bir sessiz bakışta ya da yorulduğunu söylemeden anlaşıldığı bir gecede gerçekleşir.
Kadının erkeğe karşı sorumluluğu sadece fiziksel bir bakım ya da hizmet anlayışı değildir. Asıl mesele, erkeği hayatta tutan psikolojik zemini korumaktır. Çünkü pek çok erkek, kendi çaresizliğini dillendiremez. Ve çoğu zaman, “Ben iyiyim” diyen bir adam, aslında içinde fırtınalar kopan biridir. O nedenle kadının sezgisel bir dikkatle, eşinin ruh hâlini okuyabilmesi; yargılamadan, suçlamadan, onun yanında durabilmesi, en büyük sadakattir.
Bu noktada sıkça sorulan bir soru vardır: "Peki, erkek yanlış yaparsa ne olacak?" Elbette her şeyin ölçüsü vardır. İslam’da itaatin sınırı zulme rıza değildir. Ama bir yanlışı düzeltmek ile bir insanı yok etmek arasındaki fark, ilişkiyi ya büyütür ya da tüketir. Peygamberimiz (sav), Hz. Hatice’nin kendisine nasıl güç verdiğini anlatırken, “Halk beni yalanladı ama o bana inandı” demiştir. Bu, bir kadının yapabileceği en büyük iyiliktir: Eşini herkesin sırt çevirdiği bir anda bile mahcup etmeden yanında durmak.
Bazı şeyler söylenmez, sezilir. Bir adam, eşinin gözlerindeki onayı gördüğünde cesaretlenir. Kimi zaman konuşmayan bir kadının suskunluğu, eşiyle arasındaki mesafeyi büyütür. Ama sabırla bekleyen, dua eden, umudunu kaybetmeyen bir kadın; sadece bir evliliği değil, bir adamın ruhunu da onarır.
Unutulmamalı ki, kadın; erkeğin eksik yanlarını tamamlamak için değil, onunla birlikte tamamlanmak için vardır. Onu yüceltmek için değil, birlikte yücelmek için… Bir adamı asıl güçlü kılan, eşinin onu bir “yük” olarak değil, bir “emanet” olarak görmesidir. Emanete gösterilen bu sadakat, bazen bir tebessümde, bazen de sessiz bir affedişte gizlidir.
Bu yolculuğun ikinci durağında, bir sonraki yazımızda bu defa "Erkeğin Kadına Karşı Sorumlulukları"na odaklanacağız. Çünkü bu emanetin tek sahibi kadın değildir; karşılıklı sorumluluk, iki taraflı bir hikâyeyi anlamlı kılar.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.